27.2.08

Nurlarda ihtimal hesaplarıyla ikna metodu


Üstad Bediüzzaman Hazretleri, insanlığın imanını küfür ateşinden kurtarmak için telif ettiği eserlerinde, matematikî mantığı ve ihtimâl hesaplarını etkin şekilde kullanır. Meselâ, 29. Mektup'taki Şeytanın Desiseleri risalesinde korku hissinin yaratılış gâyesi dışında kullanılmasının insana vereceği zararları anlatırken, kayığa binmekten korkan arkadaşını harikulâde ikna edici bir ihtimal hesabıyla âdeta koşa koşa kayığa binmeye razı ettiği hâdiseyi, şu şekilde anlatır: "Bir zaman -Allah rahmet etsin- mühim bir zât kayığa binmekten korkuyordu. Onunla beraber bir akşam vakti İstanbul'dan Köprüye geldik. Kayığa binmek lâzım geldi. Araba yok. Sultan Eyüb'e gitmeye mecburuz. Israr ettim.

Dedi: "Korkuyorum; belki batacağız."
Ona dedim: "Bu Haliç'te tahminen kaç kayık var?"
Dedi: "Belki bin var."
Ona dedim: "Senede kaç kayık batar?"
Dedi: "Bir iki tane. Bazı sene de hiç batmaz."
Dedim: "Sene kaç gündür?"
Dedi: "Üç yüz altmış gündür."
Dedim: "Senin vehmine ilişen ve korkuna dokunan batmak ihtimali, üç yüz altmış bin ihtimalden bir tek ihtimaldir. Böyle bir ihtimalden korkan, insan değil, hayvan da olamaz."
Hem ona dedim: "Acaba kaç sene yaşamayı tahmin ediyorsun?"
Dedi: "Ben ihtiyarım. Belki on sene daha yaşama ihtimalim vardır."
Dedim: "Ecel gizli olduğundan, herbir günde ölmek ihtimali var. Öyleyse, üç bin altı yüz günde her gün vefatın muhtemel. İşte, kayık gibi üç yüz binden bir ihtimal değil, belki üç binden bir ihtimalle bugün ölümün muhtemeldir. Titre ve ağla, vasiyet et."


Aklı başına geldi, titreyerek kayığa bindirdim. Kayık içinde ona dedim: "Cenâb-ı Hak havf (korku) damarını hıfz-ı hayat için vermiş, hayatı tahrip için değil. Ve hayatı ağır ve müşkül ve elîm ve azap yapmak için vermemiştir. Havf iki, üç, dört ihtimalden bir olsa, hattâ beş altı ihtimalden bir olsa, ihtiyatkârâne bir havf meşru olabilir. Fakat yirmi, otuz, kırk ihtimalden bir ihtimalle havf etmek evhamdır, hayatı azâba çevirir."

Yukarıdaki örnekte Üstad Bediüzzaman'ın arkadaşını ikna ederken onunla sohbet edip cevapları ona buldurması, üzerinde düşünülmesi gereken bir metot olsa da biz dikkatlerimizi onun ikna ederken kullandığı ihtimal hesabına yoğunlaştıralım. Bir yıl yaklaşık olarak üç yüz altmış beş gündür, bunu Üstad da biliyordu şüphesiz, küsüratla uğraşmamak için, üç yüz altmış gün olduğunu kabul edelim. Haliç'te bulunan yaklaşık bin kayıktan senede ortalama bir tanesinin battığı gözönüne alınırsa, o gün kayığa binip ölme ihtimalleri üç yüz altmış binde birdir. Kayığa binmezse arkadaşının o gün ölme ihtimali on yılda bir gün; yani üç bin altıyüzde birdir. Bunları rakamlarla ifade etmek gerekirse, arkadaşının o gün vefat etme ihtimali; kayığa binerse 1/3.60000, binmezse 1/3.600'dir. Görüldüğü gibi birazcık mantık sahibi olan herkes o gün ölme ihtimalinin, kayığa binmediği takdirde yüz kat daha fazla olduğunu anlayacaktır.[sizinti dergisi]

Bediüzzamanın gördügü müthiş Rüya


Fethullah Gülen Hocaefendi anlatıyor :

Tabiri çıkmış bir rüyayı da asrın büyük Çilekeş'inden nakledelim. Şöyle diyor:

"Eski Harb-i Umumiden evvel ve evailinde bir vaka-i sâdıkada görüyorum ki, Ararat Da ı denilen meşhur A rı Da ı'nın altındayım. Birden o da , müthiş infılak etti. Da lar gibi parçaları, dünyanın her tarafına da ıttı. O dehşet içinde baktım ki, merhum validem yanımdadır. Dedim: "Ana korkma!" Cenab-ı Hakk'ın emridir; O Rahîm'dir ve Hakîm'dir." Birden o halette iken, baktım ki mühim bir zat, bana âmirane diyor ki: "İ'caz-ı Kur'an'ı beyan et." Uyandım, anladım ki bir büyük infilak olacak. O infilak ve inkılabdan sonra, Kur'an etrafındaki surlar kırılacak. Do rudan do ruya Kur'an, kendi kendini müdafaa edecek. Ve Kur'an'a hücum edilecek; İ'cazı, O'nun çelik bir zırhı olacak. Ve şu i'cazın bir nevini şu zamanda izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam namzet olacak. Ve namzet oldu umu anladım." (1)

Rüyalar bütünüyle objektif sayılmayabilir. Ancak rüya gören şahsa göre onun ifade etti i mananın de işmesi herkesçe kabul edilen bir husustur. Bediüzzaman gibi İslam aleminin mukadderatıyla yakından alakalı ve adeta onunla bütünleşmiş bir insanın gördü ü rüya, bir başkası tarafından da aynen görülse elbette aynı manayı ifade etmeyecektir.

Ancak burada objektif olan bir yön vardır. O da, herkesin rüya vasıtasıyla, misal alemiyle irtibat kurması gerçe idir. Evet herkes bir cihetle misal alemiyle irtibat kurar, bu sayede berzah alemine girer ve her şeyin şu şehadet alemindeki ecsamdan, eşbahtan ibaret olmadı ına muttali olur. O alemde de bir kısım acılar duyulmakta ve bir kısım lezzetler tadılmaktadır. Gönül yüce alemlere iştiyak içindedir. İnsan ruhu ve insan kalbi, süfli şeylere karşı, fıtratı icabı tiksinti duymaktadır. Bunu da insan, berzâhî tablolarda daha iyi anlamaktadır.

Bazı rüyalar beşarettir ve bu yolla bir kısım gaybî gerçeklere muttali olunabilir. Yeter ki bu rüyalar, naslara, muhkemata zıd ve muhalif olmasınlar. Evet, dinî kriterlere ters düşmeyen rüyalar, başkasını ba layıcı olmasa bile gören şahıs için yol gösterici birer rehber sayılabilirler.

[1] Risale-i Nur Külliyatı, Tarihçe-i Hayatı 2/2131

23.2.08

Sebep-sonuç ilişkisi...

Risâle-i Nurlar "tekniğe meydan okurcasına" yıllarca elle yazıldı ve çoğaltıldı. Refet Ağabey hizmette geçen yıllarını bize tatlı tatlı anlatırdı. Biz de o hatıraların izlerini risâlelerden sürerdik. Bu hizmette iki isim birlikte zikredilir: Refet Bey ve Hüsrev. Onların hizmeti takdirle ifade edilir. Barla Lâhikası'nda, "Risâle-i Nur'un Isparta'ya ne derece rahmet olduğuna delâlet eden bir tevafuk-u acîbe'nin anlatıldığı mektub şu cümle ile başlar: "Refet Bey ve Hüsrev gibi Risâle-i Nur şakirtlerinin Risâle-i Nur bereketine işaret eden buldukları lâtif bir tevafuktur."(1)

Risâle-i Nur'da "iktiran" tabirinin ortaya çıkışını da Refet Ağabeyin bir hatırasından yakaladık. Şöyle ki:

Refet Ağabey, risâleleri zaman zaman Hüsrev Ağabeyle birlikte yazmışlar. Isparta'da iki katlı bir evin alt katında, iki ağabey yeni telif edilen bir risâleyi yazmakla meşgulken, birden odanın kapısı açılır. Üstad elinde çay tepsisi ile içeri girer. Refet Ağabey, yerinden kalkar ve Üstada doğru koşar. "Aman efendim! Siz zahmet etmeyin" deyip tepsiyi elinden almak ister. Bediüzzaman sağ elini kaldırarak:

"Yo, yooo. Ben size hizmet etmeye mecburum" der.

Ağabeyler bu durum karşısında mahcup olurlar. Üstad çıktıktan sonra Refet Ağabey, Hüsrev Ağabeye "Gördün mü âlimi?" der. Bize de "Üstadda eneden (benlikten) eser yok! En çok hayretime giden tarafı, mecburum demekle, işin içerisine bir de mecburiyeti katması yok mu!?" derdi. Refet Ağabey bize, Üstada olan minnettarlığını anlatırdı. Öyle ya! Üstad olmasaydı Risâle-i Nurlar nasıl yazılacaktı? Daha sonra risâlelerde geçen "ifade" ve "istifade" nimetlerini bize kendine has üslûbuyla açıklardı.

"İki şeyin beraber gelmesi veya bulunması" olarak ifade edilen iktiran konusu Lem'alar'da şöyle izah edilir: "İktiran ayrıdır, illet ayrıdır" denildikten sonra "Risâle-i Nur'un şakirtleri içinde Cenâb-ı Hakkın nimetlerine mazhar bazı zatlar (Hüsrev, Refet gibi), iktirânı illetle iltibas etmişler, Üstadına fazla minnettarlık gösteriyorlardı. Halbuki, Cenâb-ı Hak onlara ders-i Kur'ânîde verdiği nimet-i istifade ile, Üstadlarına ihsan ettiği nimet-i ifadeyi beraber kılmış, mukarenet vermiş" denilir.

Ağabeyler, "Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi, biz bu dersi alamazdık. Öyleyse onun ifadesi, istifademize illettir" derler.

Buna karşılık Said Nursî de, "Ey kardeşlerim! Cenâb-ı Hakkın bana da, sizlere de ettiği nimet beraber gelmiş. İki nimetin illeti de rahmet-i İlâhiyedir. Ben de sizin gibi, iktirânı illetle iltibas ederek, bir vakit Risâle-i Nur'un sizler gibi elmas kalemli yüzer şakirtlerine çok minnettarlık hissediyordum. Ve diyordum ki: "Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmî bir bîçâre nasıl hizmet edecekti?" Sonra anladım ki, sizlere kalem vasıtasıyla olan kudsî nimetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakiyet ihsan etmiş. Birbirine iktiran etmiş; birbirinin illeti olamaz" der.

Sonuç olarak Bediüzzaman yapılacak şeyi de söyler: "Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, duâ ve tebrik ediniz."(2)

Yukarıdaki ifadelere karşılık Hüsrev Ağabey de yazdığı mektupta şu satırlara yer verir: "Eğer sevgili Üstadımız "iktiran" tabir edilen iki nimetin beraber geldiğini daha evvelden bize izah etmeseydi, çok minnettarlıklarımızı kalblerimize tercüman olan kalemlerimizden okuyacaklardı."(3)

Nur Talebelerine, hizmetlerine karşılık yapılacak görev "duâ ve tebrik" olarak ortaya çıkmaktadır. Zaten Nur Talebeleri birbirlerine "gıyaben" duâ ederler ve hizmetlerine "tebrik" makamında "mübarek olsun" derler.

Dipnotlar:

1- Barla Lâhikası, s. 119, YAN

2- Lem'alar, s. 137-138, YAN

3- Emirdağ Lâhikası, s. 59, YAN

EŞREF ZİYA - Saçlarım Kadar Başım Olsa



Zalimler için yaşasın Cehennem
Dünya zevkleri nedir hiç bilmem ben
Üstüme gelse bütün bir dünya
Rahmanın yolundan dönemem ben

Saçlarım kadar başım olsa
Hak yoluna yoluna olsun feda

Faniyim fani olanı istemem
Acizim aciz olanı istemem
Ruhumu rahmana teslim ettim
Gayri başkasını istemem

Saçlarım kadar başım olsa
Hak yoluna yoluna olsun feda

Şeytanın binbir hilesi varsa
Mü’minin de feraseti vardır
İstikbal-i inkilabat içinde
En gür seda İslam’ın olacaktır

22.2.08

Her Güne Bir Ayet-i Kerime - 2


İman edenler; Allah Teâlâ'nın yolunda cihat ederler. Küfredenler ise, Tağut yolunda savaşırlar. Öyle ise; şeytanın dostlarıyla (Tagut güçlerle) savaşınız. Şüphesiz ki, şeytanın hilekârlığı zayıftır
[Nisa 76]

Necip Fazıl'ın bir Komuniste Cevabı


Bir gün bir komünist güya düşünme istidadında biri, bana dedi ki:

"-İslam'ı takdir ediyorum,her şeyiyle harika..."

"-Eeee!...."

"-Ama iktisadi doktrini yok!..."

O komüniste dedim ki:

"-Sana birşey söyleyeceğim şimdi,herşeyi anlayacaksın.Tıpkı bir elmadaki erimiş lezzet gibi...İslamda bütün iktisadi dava(ama onu çözebilmek, lifini bulabilmek lazım...)maden suyunda demir gibi;bünyede erimiş olarak mevcuttur.Ne mutlu onu görebilene!...


"Beninki benim,seninki de senin!..." Bu ŞERİATTIR.

İkincisi "Seninki senin,benimki de senin!..." Bu TARİKATTIR.

Üçüncüsü:"Ne seninki senin ne benimki benim...Herşey Allah'ın.."Bu da HAKİKATTIR.


Komünist muhatabım o kadar tahassüs sahibi oldu ki,gözleri yaşla doldu.Fakat,ne inceleyen, ne soran, ne ayıklayan, ne bakan, ne eden var bu memlekette.Sadece mağrur bir cehalet.



(Dünya Bir İnkılap Bekliyor eserinden alıntı..

21.2.08

Her Güne Bir Ayet-i Kerime -1


« Ayetlerimizi yalanlayanlar karanlıklar içinde kalmış sağır ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse onu şaşırtır, dilediği kimseyi de doğru yola iletir. »

(EN'AM SURESİ - AYET 39)

ilahi - Özhan Eren - Güldür Gül

Özhan Eren - Güldür Gül

Bugün ben şâhımı gördüm, çeşmi cemâli güldür gül
Gül olanın aslı güldür peygamberin nesli gül

Kusuru gül, yaşı güldür, toprağı gül, taşı güldür
Girdim şahın bahçesine, cümlesi aşı güldür gül

Asmasında gül dalları, kovanında gül balları
Ağacında gül hâlleri, servi pınarı güldür gül

Arkı akar çarkı döner, gülden değirmeni döver
Yine gülden gül üğütür, bendi ırmağı güldür gül

Gülden terâzi yaparlar, gül ile gülü tartarlar
Gül alırlar gül satarlar, çarşı pazarı güldür gül

Açıl gel ey gonca gülüm, ağlatma şeydâ bülbülün
Bu inleyen garib dilin, âh-u efgânı güldür gül

Gel hâ gel ha gül Nesîmi, geldi yine gül mevsimi
Bu feryad bülbül sesimi, sesi feryâdı güldür gül

Bediüzzaman'In Talebesi Mahmut Çalişkan'In Hakikatli Bir Rüyasi


Mahmut Çalışkan anlatıyor: 1952 yılında çok acaib bir rüya görmüştüm.Rüyamda Stalin,üstadın oturdugu evin dış kapısından içeri girmek istiyordu. Ben,Ceylan ve Zübeyir agabeyler,üçümüz kapının arkasında,bu herifi içeri sokmamak için ugraşıyorduk. Sonra nasıl olduysa,gücümüz kafi gelmemişti. Stalin bizi iterek,dış kapıdan içeri girdi. Bu sırada üstad elinde bir keserle merdivenden aşagı iniyordu. Biz endişe içindeydik. Stalinle üstad aşagı merdiven sahanlıgında karşılaşmışlardı. Stalin,yukarıya üstadın oturdugu mevkiye gitmek istiyor,üstad onu bırakmıyordu.Tam bu sırada üstad elindeki keserle Stalinin kafasına vurmaya başlamıştı. Stalin içeriye giremeden,orada düşüb geberdi. Ben heyecanla rüyadan uyandım.

Ertesi günü bu rüyayı Zübeyir agabeye anlattım. O da Üstada anlatmış,Üstadımız beni çagırmıştı. Zübeyir agabey gelerek;Kardaşım,gel,Üstad seni istiyor,dedi. Beraber üstada gittik.Üstad:Gel Mahmut kardaşım,gel nasıl gördün rüyayı,anlat!dedi. Ben gördügüm gibi anlattım. Üstad hayretle:Fesübhanallah!dedi. Sonra rüyayı yorumladı:Bu,risale-i Nurun ve İslâmiyetin komunizme galib gelmesidir. İnşaallah muvaffak olacagız.

Rüyayı gördügüm gece Stalin beyin kanamasından gebermişti. Ölümünü on-on beş gün kadar gizlemişlerdi. Gazetelerden okudugum kadarıyla,herifin ölüm günü ile rüyam aynı gün cereyan etmişti.


Son Şahidler. Necmettin Şahiner

20.2.08

MUHABBET - Şiir

MUHABBET

Muhabbet güneş gibi pencereni aç ona
Her şey anlam kazansın; gönüller muhtaç ona..

Muhabbettir varlığın mayası usâresi
Muhabbetli kalplerin başka ne sermayesi?.

Ömür bize emanet sahibi alır bir gün
Muhabbetsiz kalplere her gün yeni bir sürgün.

Dünya fani, baki Hû..tükenecek nefesler
Muhabbet yoksa eğer manasız bütün sesler

Muhabbet için çıksa seferlere yiğitler
Asûde limanlarda hitam bulsa gelgitler

Muhabbet ırmağında bir damla su olsaydık
Susayan gönüllere akıp akıp dolsaydık

Bülbül gibi gezseydik muhabbet dağlarında
Şakıyarak uçsaydık hoş sada bağlarında

Muhabbetle bîkarar, sisli efkâr dağılır
Heybeler hayat dolar sonsuz ışık sağılır

Bilirim muhabbetle çözülür bilmeceler
Gönül çelen manayı bulur bütün heceler

Yürekler volkan gibi muhabbeti anacak
Yokuşta susayanlar visaliyle kanacak

Ey muhabbet kaynağı, Enîs i dil.. Sevgili
Muhabbet deryasında nadide gül..Sevgili

Üstad Namazı, vaktinde ve huşu içinde kılardı...

Üstadımız, namazı çok huşu içinde kılardı. Sûreleri okurken tane tane okurdu. Namaza dururken, tam huzura vardığında, niyet ederken, 'Allahü Ekber' dediği zaman, bizler arkasında korkardık. Mübalağa olmasın, ahşap bina sarsılırdı. "Üstadımız namaz vaktinde çok dikkat ederdi. Namazı vaktinde kılardı. Meselâ, Isparta'dan çıktığımızda, Emirdağ'a beş dakika sonra varacak olsak bile, Üstadımız saate bakar, kış, fırtına olsa beklemez, hemen namazı vaktinde kılardı. Kırlarda olsun, yolculukta olsun, namazı vaktin evvelinde kılardı. Bu mevzuda şöyle buyuruyor:

"Namazı vaktinde kılmanın ne derece tükenmez, uhrevî bir sermaye olduğu anlaşılıyor ki, her namaz vaktinde âlem-i İslâm denilen muazzam camide, yüz milyondan fazla cemaat-ı kübra namaz kılıyor. O cemaatte herbir adam umum cemaate dua ediyor. "İhdine's-sırata'l-müstakim' (Bizi doğru yola hidayet eyle) diyor. Herbiri umum cemaate hem şefaatçi, hem duacı olur."O vakit, namaza iştirak etmeyen hissesine alamaz. Kaynayan mirî ve askerî kazanına karavanasını götürmeyen, tayinatını alamadığı gibi, cemaat-ı kübrânın mânevî matbahında kaynayan, mânevî erzakını alamaz. Belki namaza iştirakle o cemaatın ordusuna iştirak etmiş olmakla ve dualarına amin demek olan namazı vaktinde kılmakla alabilir."

[alinti]

Kainatın Mayası Muhabbet

Risale-i Nurdan Muhabbet, Senai Demircinin Anlatımıyla