23.2.08

Sebep-sonuç ilişkisi...

Risâle-i Nurlar "tekniğe meydan okurcasına" yıllarca elle yazıldı ve çoğaltıldı. Refet Ağabey hizmette geçen yıllarını bize tatlı tatlı anlatırdı. Biz de o hatıraların izlerini risâlelerden sürerdik. Bu hizmette iki isim birlikte zikredilir: Refet Bey ve Hüsrev. Onların hizmeti takdirle ifade edilir. Barla Lâhikası'nda, "Risâle-i Nur'un Isparta'ya ne derece rahmet olduğuna delâlet eden bir tevafuk-u acîbe'nin anlatıldığı mektub şu cümle ile başlar: "Refet Bey ve Hüsrev gibi Risâle-i Nur şakirtlerinin Risâle-i Nur bereketine işaret eden buldukları lâtif bir tevafuktur."(1)

Risâle-i Nur'da "iktiran" tabirinin ortaya çıkışını da Refet Ağabeyin bir hatırasından yakaladık. Şöyle ki:

Refet Ağabey, risâleleri zaman zaman Hüsrev Ağabeyle birlikte yazmışlar. Isparta'da iki katlı bir evin alt katında, iki ağabey yeni telif edilen bir risâleyi yazmakla meşgulken, birden odanın kapısı açılır. Üstad elinde çay tepsisi ile içeri girer. Refet Ağabey, yerinden kalkar ve Üstada doğru koşar. "Aman efendim! Siz zahmet etmeyin" deyip tepsiyi elinden almak ister. Bediüzzaman sağ elini kaldırarak:

"Yo, yooo. Ben size hizmet etmeye mecburum" der.

Ağabeyler bu durum karşısında mahcup olurlar. Üstad çıktıktan sonra Refet Ağabey, Hüsrev Ağabeye "Gördün mü âlimi?" der. Bize de "Üstadda eneden (benlikten) eser yok! En çok hayretime giden tarafı, mecburum demekle, işin içerisine bir de mecburiyeti katması yok mu!?" derdi. Refet Ağabey bize, Üstada olan minnettarlığını anlatırdı. Öyle ya! Üstad olmasaydı Risâle-i Nurlar nasıl yazılacaktı? Daha sonra risâlelerde geçen "ifade" ve "istifade" nimetlerini bize kendine has üslûbuyla açıklardı.

"İki şeyin beraber gelmesi veya bulunması" olarak ifade edilen iktiran konusu Lem'alar'da şöyle izah edilir: "İktiran ayrıdır, illet ayrıdır" denildikten sonra "Risâle-i Nur'un şakirtleri içinde Cenâb-ı Hakkın nimetlerine mazhar bazı zatlar (Hüsrev, Refet gibi), iktirânı illetle iltibas etmişler, Üstadına fazla minnettarlık gösteriyorlardı. Halbuki, Cenâb-ı Hak onlara ders-i Kur'ânîde verdiği nimet-i istifade ile, Üstadlarına ihsan ettiği nimet-i ifadeyi beraber kılmış, mukarenet vermiş" denilir.

Ağabeyler, "Eğer Üstadımız buraya gelmeseydi, biz bu dersi alamazdık. Öyleyse onun ifadesi, istifademize illettir" derler.

Buna karşılık Said Nursî de, "Ey kardeşlerim! Cenâb-ı Hakkın bana da, sizlere de ettiği nimet beraber gelmiş. İki nimetin illeti de rahmet-i İlâhiyedir. Ben de sizin gibi, iktirânı illetle iltibas ederek, bir vakit Risâle-i Nur'un sizler gibi elmas kalemli yüzer şakirtlerine çok minnettarlık hissediyordum. Ve diyordum ki: "Bunlar olmasaydı, benim gibi yarım ümmî bir bîçâre nasıl hizmet edecekti?" Sonra anladım ki, sizlere kalem vasıtasıyla olan kudsî nimetten sonra, bana da bu hizmete muvaffakiyet ihsan etmiş. Birbirine iktiran etmiş; birbirinin illeti olamaz" der.

Sonuç olarak Bediüzzaman yapılacak şeyi de söyler: "Ben size teşekkür değil, belki sizi tebrik ediyorum. Siz de bana minnettarlığa bedel, duâ ve tebrik ediniz."(2)

Yukarıdaki ifadelere karşılık Hüsrev Ağabey de yazdığı mektupta şu satırlara yer verir: "Eğer sevgili Üstadımız "iktiran" tabir edilen iki nimetin beraber geldiğini daha evvelden bize izah etmeseydi, çok minnettarlıklarımızı kalblerimize tercüman olan kalemlerimizden okuyacaklardı."(3)

Nur Talebelerine, hizmetlerine karşılık yapılacak görev "duâ ve tebrik" olarak ortaya çıkmaktadır. Zaten Nur Talebeleri birbirlerine "gıyaben" duâ ederler ve hizmetlerine "tebrik" makamında "mübarek olsun" derler.

Dipnotlar:

1- Barla Lâhikası, s. 119, YAN

2- Lem'alar, s. 137-138, YAN

3- Emirdağ Lâhikası, s. 59, YAN

No comments: